Pazartesi, Kasım 20, 2006

tekerleme tekerlememe, teker ya da diil işte...

pek saygın pek kaygın ( sayılan=saygın, kaygılanılan= kaygın. kayılan diil "kaygılanılan")
okur kitlem...
efennim bi muazzam üstü, harika ötesi, pek bi gerekli köşemin daha başındayız işte.
evvela sizlere af recalarımı tekrar fışkırtır ve elimden geldiince daha bi pek sık sizlerlen olmaya çalışacaama gayret göstericem efennim.
bugünkü bahsimiz efennim "diksiyon" "fonetik". pek bi muhterem kitlem, bilceeniz üzre bu çok gerekli ve acilen düzeltilip bi şekle şemale sokulması gereken bi konudur. bildiiniz ve gördüünüz üzre ben bizzat kendi adıma en dikkat ettiğim konudur bu "güzel ve doğru konuşabilme" konusu. "rethorik" yani. bunu saalayabilmenin de pek bi dooru yolu iyi bir diksiyon ve fonetik bilgisinden geçer efennim.
güzel ve dooru konuşabilme olayı, sizlere her kapıyı efennim açar. yüceltir sizleri. sizleri dah bi muhteşem kılar. saygın kılar. kitleleri size hayran bıraktırır. ii bi gelecek, ii bi herşey verir efennim. şimcik bu kadar önemli olduğunu anlattıktan sonra efennim, sizlere artıkın anlatiim ki, bu güzel konuşmayı nasıl yapacaksınız, di mi efennim.
efennim şööle ki; ağzınıza bi kalem ve yahut da ne biliim ona benzer bi cismi alınız! ve sizler içün şimcik buraya yazacaam tekerlemeleri her gün mutlak surette çalışınız efennim.

1- dal sarkar kartal karkar kakar sakar dal katar. (dal sarkar kartal kalkar kartal kalkar dal sarkar diil efennim onu her bi herkes biliyoo)
2- şu duvarı badanamalamalılı mı badanlamamlımılı?
3- kırk küp kırkınnında kulbu kırık küp
4- bu bahçe bhska bahşe şu bahşe baçka başe o bahçe baçka bahçe
5- şu köse yaz köşeşi şu köşe kış köşeşi ortada şu siseşi
6- şu yourdu sarımsaklasak da mı saklasak sarımsaklamasak da mı saklasasak
7- şemsi paşa paşaşzında şeşi büzüşeciler (şemsi paşa pasajında sesi büzüşesiceler'le dönüşümlü çalışınız efennim)

bu hafta bunları çalşadurun efennim sizlere daa nice ödevlerim olicek. ta ki türkçemizi daa bi güzel ve anlaşılır kullanana değin.
şimdilik bu kadar değerli okuyucularım tekrar okuşmak dileklerimle hepinizi bol büzüşük bol kulplu öpüyor, esen kalın, diyorum efennim.
GÜLFİDANınız








Perşembe, Kasım 16, 2006

bilgilendirme ötesi sohbet


sayın sayılan okur-yazar kitlem
efennim yine pek bi önem teşkil eden mevzuularlan sizinle şeedicez bu vakit.
düşünür-okurlarım, düşünün bi, insan denilen varlıklarız di mi efennim? niçün varız? niçün yaşıyoruz? ve yahuttan niçün ölüyoruz efennim di mi?
var olan ilk düşünürlerlen -ki bunlar harbi düşünmüşler efennim, sorulmuş bu sorular. hatta tüm bilimlerin anası- babası sayılan "felsefe" (phylosophi) bilimi bööle pırtlak vermiş efennim. sormuşlar evvelea "insan neden var?" hıh, işte bu cevabı arayaraktan gelmişiz bu günlere, yıl olmuş nerdeyse 2007 halaa bi cevap yok efennim. bi gurup insan bunu inançlarla açıklamak istemiş diğer bir gurup ise bilimsel tesbitler yapmış ama hep "insan nasıl var olduu" ile ilgili şeetmişler efennim. hiçbiri "neden" sorusuna bi izzahat getirememiş.
çünki zor bi cevaptır efennim, takdir buyurcaanız gibi. pek bi zor hem de. pek bi gereksiz bi de. efennim, varız işte di mi ama? yaşıyoruz çok şükür. ööle, nedenlerle niçinlerle vakit kaybetmenin yerine daha bi verim sunabileceemiz bişiler şeetsek di mi efennim? yani hani ne biliim, "neden varız"dan ziyade "varız amma ne işe ve nasıl yararız?" gibi daha bi anlam, daha bi önem şeeden sorular sorup da cevap arasak di mi ama efennim? "kaşık" ın icadı bile insan tarihi açısından pek bi muazzam bi icadkene, kimsecikler bilmez ki ilk kaşığı icad eden o yüce ilk insanım kimdir. ve dahi bilmez ve bilmek gereksinimi duymaz. neden? çünki, "ilkel" başlığı ile süslediği ve dolayısıylan kendini yücelttiği ve o zaatları aşağıladığı, a-modern diyip kendini pekmodern ilan edebildiği insanların bi icad yapabilmiş olup da kendinin bi halta yaramadıını bilme korkusu tavan yapmaktadır da onun içün efennim, onun içün. nüfus sayısı minimumkene yapılmış olan icadlar nüfus sayısı oooo'lara ulaşmışkene pek bi dooru orantısız durumdadır. diğer bi ifadeylen, nüfus ile icadların sayısı ters orantılıdır efennim. komik amma trajikomik bi komiktir aslen bu komik. yani daha az kıvrıma sahip beyinlerin sayısı az iken daha çok kıvrıma sahip beyinlerin sayısı çoğalmış amma icadlarda sayıcana ve değercene pek gözle görülen düşüşler vukuu bulmuştur efennim.
şimdik sizden ricam, elinizi önünüze alıp bi düşünün, önünüze almaya da bilirsiniz elbet amma düşünün; ben ne işe ve ne yaparak yararım? cevabını bulup uygun olan cevap doorultusunda hemen harekata geçiniz efennim. geçiniz ki, "insan neden var" ile "neden ölüyoo ki?" sorularının aralarını pek bi anlamlı sorularla dolduralım hem de cevabı olan sorularla efennim.
bi müthiş anlamda gerekli köşemin daha sonuna gelmişkene sizleri düşünceli ve sorgusuz sualsiz öpüyor günlerinizin güzel sorularınıza bulduunuz güzel cevaplarla geçmesini diliyorum.
esen kalın, esmeyen ince... ( yine bi espirimle çatılmış kaşlarınızdan, kulaklara uzanmış ağzınıza yolculuk etmenin gururundayım:))
GÜLFİDANınız















Cuma, Kasım 10, 2006

hayır hayır...

pek değerli okur kitlem.
artık anlasak diyorum efennim. neyi mi?
madem dünyaya bir kere geliyoruz o halde bu tek gelişin tadını çıkarmak yerine, neden uğraşıyoruz birbirimizle di mi efennim?
bu kadar basit olak zorunda değilizdir pek tabi ki.
uğraşcek bunca güzellik varken di mi efennim?
sizi derhal ve şiddetlen düşünmeye davet ediyorum. davetimi kabul buyurun. pek bi muhterem cemaatim, sözlerime kulak verin. şu canım dünyanın, size ait hayatın, bizim olan yaşamın içine etmeyin. kırıp da kırmamazlıktan, bilip de bilmemezlikten, görüp de görmemezlikten gelmeyin.
ne demiş büyük sanılan ama belkim de yaşadığı zamanı düşünecek olursak büyük de olan Goethe?
hayat dans ediyor. doğa dans ediyor. ve size hiç sormadan alıyor dansına katıyor sizi. başlıyor sizinle dans etmeye. ve yine hiç sormadan dansa devam etmek ister misin, diye atıyor seni dansından. yeni partnerlere yer açıyor ve onlara da hiç sormadan, onları dansına katıyor... (bkz. Goethes Naturauffassung. boş laf etmeyiz biz efennim, tercüme edip özetledik herald.)
bunca sözden soora halaaa aynı tas aynı hamam devam ederse insanoğlu, biriktiriyorum şimdiden ağzımda tüm enzimleri gerektiğinde suratlarına tükürmek içün.
hani benimki devede kulak misali ama devenin kulağı da olmasa?... di mi ama?
efennim pek bi dertliii pek bi üzgüün, pek bi yalınım bugüüün. çünki çok mutsuuuz ve yapayalnız kaldık, ben ve başdanışmanım saygıdeğer (belki değmez) arkadaşım.
ne yaptıysa garibim yanlış anlaşıldı yanlış aktarıldı. zavallı şimdi hiç birşey yapmiicakmış. dedim ona "seçimlerin hatalı" amma ve lakin hatayı görmeden anlayamaz insan hata olduuunu di mi efennim?
neyse ki gördü, öğrendi sevip de düşünmemezlikten geldiklerini. düşünüp de göstermemezlikten geldiklerini. şimdi kızmiicam ona hiç. haklı çünki sevmemekte ya da düşünmek istememekte. çoook üzdüler onu çoook.
o yüzden bu eşi benzeri olmiyan müthiş ve mükemmel ötesi, fevkaladenin fevkindeki yazımı kendisine ithaf ediyorum affınıza şeederekten.
"canım dostum, boşveeeerrrr. ağzı olan konuşuyor sloganının dillere marş olduu bi ülkede yaşıyo ve yine de olanlara şaşırıyosun. etme eyleme. takma bileee. bak senin sana ait olan, hayat verdiğin bi canın var, onu düşün sadece. onun dışındakilerrrr ister gelsinler, ister sevsinler, ister konuşsunlar hiiiiç muhatap dahi olma. ne güzel ne büyük bi düşün var, ulaş ona. kırılmak yok bundan böyle, şaşırmak da. ne şaşırtacak olanı, ne kıracak olanı yanına yaklaştırma. işte sana çözüm, a benim iki gözüm."
efennim kıssa değil belkim amma hisse almak isteyenler var ise buyursunlar alsınlar bakem. istedikleri hisseleri alıp şöööle bi kasa önünde kuyruua girsinler. yok canım para ödemek içün diil, fişini almak içün. verdiim hizmetin vergisini çalmiim di mi efennim?
hadi hoşçakalın boşçakalmayın. hatta hoş kalın, boş kalmayın. zira boş kalanı sevmezmiş yaradan. boş kalmamak içün de gereksiz doluluklar yaratmayın. bi işe yaramaz. ama size de güven olmaz. iisi mi siz hoş da kalın boş da...
herbirinizi en boş en hoş yerlerinizden öpüyor ve tüm günlerinizin beni düşünmekle geçmesini diliyorum efennim.
sağlıcakla kalın, solucakla ince ( espiritüel kişiliğimle olaya yumuşaklık şeediim dedim ki daha fazla gerilmesin danışmanım ;))
GÜLFİDANınız...


Çarşamba, Kasım 01, 2006

yine yeni yeniden...

pek degerli, pek kıymetli, en yüce okur kitlem,
efennim, nice zemandır sizlerlen olamadıgım içün beni mazur görünüz. çünki oldukça yoğun bir araştırmacı yazar oldugumdan, pek bi fazla yoğun idim.
ama fekat lakin, daha fezla dayanamayıp sizlerimsiz kalmaya, derhal ve süratlen yeniden karşınıza teşriflerimi sundum canımlarım...
bunca zemandır bilgi yoksunluğunuza sebebiyet verdiğim içün affınıza şeederim effennim. amma geldim ve tekrardan sizleri muhasır medeniyetler seviyesine yükselticem değerli kitlem.
pek tabidir ki pek fazla mektup birikmiş oldu cevaplanması gereken. ancak ben aralarındaki ortak konuya sahipleri gruplandırıp kategorize ettim ve cevaplama zamanımdan tasarruf etmek üzere ayarladım efennim.
ilk cevabım, cok yoğun bir toplulugun puroblemi gibi görünen bi konuya ilişkin şey olcek efennim. nitekim konumuz da TÖRE CİNAYETLERİ...

efennim bi kere hangi töre di mi? kimin töresi? ve bu töreyi kim icad etmiş di mi efennim? evvela bu sorulara cevap bulmalıyız zannımca... bir kere törenin töre olabilmesi içün belli bazı kriterlere uygun olması gerekir ki, bu kriterleri şöyle sırlayabiliriz...
bir kerem kültürümüzden gelmeli
sonracığıma çok amma çok evveliyatı olmalı-ki kültürümüzden gelebilsin di mi efennim?-
yüz yıllar ve hatta hatta bin yıllardır olmalı -ki evveliyatı olsun di mi efennim?-
bakıyoruz, türk kültüründe kadının yerine...
her zaman önlerde, üstlerde olduğunu görüyoruz efennim. hatta öyle ki bazı türk beylerinde yönetimin en üst kademelerinde olabilecek kadar...
ayrıyetten dinimizden de biliyoruz ki allahın verdiği canı -cihatlar hariç- allahtan başkası alamaz...
şimdi bu iki konuyu birleştirerek duruma naçizane bi açıklık şeettirelim.
kuldur hata işler. sana ne bundan. di mi efennim? günahsa zati o kişi çekecek cezasını ebed-i mahşerde. cezai sorumlulukları varsa "adalet" diye bişey var di mi ama efennim?
örneğin mesela, genç bi kızcağız tecavüze uğramış ve hamile kalmış. be adam abisisin ya da babası, sana ne oluyor o garibimin canını alıyorsun? hangi töre evladını öldür der? zati yeterince içi yanmamış mıdır o kızımızın? neyine senin onun yaşama hakkını soluma hakkını elinden alıp, zati şanssız dünyaya gelmek zorunda kalmış minicik babasız bi bebeyi bi de anasız bırakıyorsun? bunun sevabından çok günahı olduğunu anlamayacak kadar salak olmak zorunda mısın?
bu mudur insanlık? bu mudur hak? bu mudur doğru be cellat? bu mudur tören senin? düşene kocaman bi tekme atmak, hatta tekmeden bile vahşi tekmeden bile can yakan yok eden bi eyleme koyulmak?
kimse kaderini çizemez... yalan... yollarını seçer belkim amma seçtiği yolun doğru ya da yanlış olması bi kaderdir. hiçbir yol yanlış diye seçilmez. her yolun kendince doğru görünen bi tarafı vardır. yanlış mıyım efennim? sonucunu tayin etmek sana mı düşer bre deyyus? köpek? sen çok mu töreselsin yani? her şeyin doğru mu senin? yaradan bilir doğruyu, çeken bilir acıyı. sana ne oluyor maydonoz oluyorsun başka bi hayata? kendi hayatına dön bak... bitirmek neyine senin zaten bitmiş bir hayatı? destek olup, elinden tutacağına... bi dene bi yardım et. gör bak asıl töre denileni o vakit gerçekleştirmiş olacaksın. sevabının karşılığını fazla fazla alacaksın...
berdelmiş, namusmumuş... erkekler tüm organlarını özgürce kullanabilsin diye mi vardır töreler yani?
töreye kurban gidenlerin çoğunun kadın olması 15 cm.lik bir organ eksikliğinden mi ibaret he? kim seçme hakkına sahip doğarken kendini? söyleyin efennim kim? ben erkek doğup padişah olucam diyerek mi dünyaya gözlerini açar ana rahminden çıkan bir bebe? lanetler olsun size de töre diye kıçınızdan uydurduğunuz, zayıflığınızı, korkaklığınızı, içinizdeki psikopatı resmeden, ortaya sunan saçma sapan kurallara da. insan olmasa töre mi olurdu sorarım size? töreleri oluşturan biziz. kime ne? herkesin töresi kendine ait olmalı önce. doğrusuyla yanlışıyla... sevabıyla günahıyla... sen erkeksin gir canının istediğinin koynuna, gider doğanın verdiği en temel içgüdüsel ihtiyacını... diğeri kadınnnn. olamaz... tövbe... töre canım töre...
ne diiim sayın okurlarım? ne yazsam nafile. beyin verilmiş tüm canlılara. sözde "insan" kullanabildiği için bu organını "insan". ama görüyorum ki yaban domuzları bile daha doğru kullanıyor bu organını. belki de ilkelliğimize gülüyorlardır hayvanlar. aralarında konuşuyorlardır dalga geçip bizimle.
töreymiş, namusmuş... iki bacak arasında mıdır töre? iki bacak arasındaki küçücük bi organa mı sığmıştır namus?
kirlenmiş, günaha bezenmiş ruhlarınızla namuslusunuz siz öyle mi? yeter yaw tüketmeyin bari nefesinizle zaten azıcık kalmış oksijenimizi. törenizi de sokup en müsait yerinize defolup gidin dunyamızdan töresel törensel bir şekilde...
affınızı şeederim sayın okurlarım. çok sinirlenip hakimiyetimi kaybettim. amma işte durum buyken bu. sizden tek ricam "beyninizi boşuna taşımayın" yazıktır, yüktür... son kullanma tarihi geçmeden bari kullanım kılavuzu doğrultusunda işlev kazandırın...
diyeceklerime burda son şeederken, hepinizi sinirden köpürmüş bir şekilde töresel kültürel öpüyor ve en töreli günlerin sizin töreli günleriniz olmasını şeediyorum effennm. esen kalınız...
GÜLFİDAN...



Perşembe, Ekim 26, 2006



NİCE MUTLU, SAĞLIKLI, BAŞARILI YAŞLARA SAYIN ONUR BEY...
ABLANIZ SİZİ ÇOOOK SEVİYOR EFENNİM... HAYAL ETTİĞİNİZ HER GÜZELLİĞE KAVUŞMANIZI TEMENNİ EDER, GERÇEKLEŞECEK DAHA NİCE YEPYENİ HAYALLER KURMANIZI ŞEEDERİM ONUR BEY...
SİZİ AKREBİN GURURUYLAN SARMALAYIP, ÖZGÜVENİYLEN ÖPÜYORUM.
DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...
GÜLFİDAN


Perşembe, Ekim 19, 2006

yesek yesek ne yesek?

merhabalar, sevgili okyucularım
pek tebiidir ki, beslenme konusu da oldukça önem teşkil eden bir mevzuudur. bu nedenlen, sağlıımızı düşünerekten zaman zaman sizlere bu konudaki bilgilerimi aktarıciim. sağlıklı beslenme ile ilgili örnekler şeediciim.
"bugün acep ne yesek?" diye düşünen siz değerli kitleme, gününüzü kolaylaştırıp, bi o kadar da saalınızı düşünüp nacizane tavsiyelerim olicek.
örneğin mesela bugün, bu mübarek ramazan ayında... tüm gün iftar saatine kadar boş kalan midenizi düşünerekten bazı tariflerim olicek efennim.
bu akşam içün:
yalancı sarımsaklı beypazarı çorbası
etli sulu köfte
pirinç pilavı gibi duran, bulgur pilavı
sivri biber kompostosu

efennim, "etli sulu köfte" içün gerekli malzemeler:
500 gr et
1 lt su
46 adet minnacık minnacık yuvarlanmış köfte
3 tam 2/5 cay kaşığı pul biber
2 tam 4/9 çorba kaşığı kabartma tozu
2 tatlı kaşığı tuz
2 tam 11/76 su bardağı sıvı yağ
bi avuç salça

efennim, oldukça geniş ama boyu kısa bi tencereyi önceden yakılmış ocağın üstüne koyup , içine yağınızı boca edin. soora da salçanızı ekleyin. bit kadar dooranmış etinizi de yağın üstüne boşaltın. iicene kavurun... kokusu apartmana yayılacak kıvama gelinceye değin kavurmaya devam edin.
iice kavrulduundan emin olduunuz etlerin üstüne köftelerinizi tek tek (etlerin arasında kalan boşlukları dolduracak şekilde) yerleştirin.
başka bir kapta suyu, önceden yakılmış ocaan üstüne koyup 72,5 dereceye kadar ısıtın. ısınan suyu soora 71 dereceye kadar soğuması içün 8 dakika 24 saniye bekletin. istenilen kıvama gelen suyu, hazırlanmış köfte ve et dolu tencereye boşaltıp üstüne de kabartma tozu, pul biber ve tuzu ekleyin. tencerenin kapağını kapatıp televizyonun karşısına geçin. seçeceeniz bi müzik kanalına basıp ( size tavsiyem power türk) 14 şarkıyı tam, bir şarkıyı da nakaratına kadar dinleyecek şekilde izleyin. reklam aralarında yemeğinizi karıştırmayı unutmayınız. zaman dolunca tencerenin altını kapatıp yemek saatine kadar dinlendiriniz. tabaklara servis ederkene üzerine yoğurt da şeedebilirsiniz. Afiyet şeker olsun saygıdeğer hayranlarım.
bu köşemin de sonuna gelmiş bulunmaktayım. hepinizi sarımsaksız ve sooansız öpüyor, sofralarınızda kuş sütünün dahi eksik olmamasını temenni ediyorum efennim...
GÜLFİDAN

Çarşamba, Ekim 18, 2006

bu köşe şiir köşesi, yok öyle su şişesi...

bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru

güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

yeniden MERHABA saygıdeğer okuyucucuklarım.
şiir köşemizde bugün Sunay Akın'nın "giderken" isimli şiirini şeediiceez.
efenim diyoo ki burda Sunay'ım, bilerek yastıktaki çukurunu yanına almadın diyoo. yani sevgilisinin gitme eylemi gerçekleştirmiş olması söz konusu. ve yastıkta yatarkene sevgilisi başını koyduu yer çukur şeetmiş. ve ööle kalakalmış efenim. ve o çukur Sunay'ıma batıyoo yani, yani sevgilisini hatırlıyoo. üzülüyoo.
sevgilerine olan güveninden bahsediyoo soora Sunay kardeşim. vapur iskelesindeki ve yahut tren istasyonundaki saatin dooruluu kadar güveniyomuş sevgisine kızın. amma burda tebi bi çelişki şeediyoo. çünki iskeledeki saat ve yahut istasyondaki, ne derece dooru olabilir? di mi sevgili okurlarım? pili neyin bitmiş yahut da bozuk felan olması gayet mümkün.
efenim, son kıtada diyo ki; beni bi de annem terketmişti diyoo. yani burdan anlıyoruz ki Sunay kardeşimi, annesi de terketmiş. amma bu nasıl bi terkediş di mi efenim? mecburi, yani allah gecinden versin, ölüm terkedişi mi, yoksam bırakıp gitti mi, kör olasıca bilemiyoruz efenim. amma ve lakin diyoo ki göbeğimde annemden kalan çukur duruyo diyo. hani göbek bağıylan bağlı olur ya cenin ana rahminde anneye. işte doounca göbek bağını kesiverirler, göbek çukuru dediimiz çukur kalır efenim. bazılarının ki pek güzel olsa da, bööle pırtlak çıkık çukurlar da vardır, üzerinize afiyet.
yani sevgilisi terkedince yastıkta, anası terkedince göbeende çukur bırakmış demek istio. yani çukurlar ona ayrılıı, terkedilişi şeediyo okuyucularım.
pek bi dokunaklı, pek bi acı dolu bu şiirin yorumunun sonuna geldik sayın yorumseverlerim.
başka bi bilgilendirme ve yol açma köşemde görüşmek üzre diyoo hepinizin en çukur yerlerinden öpüyorum efenimm.
GÜLFİDAN

Salı, Ekim 17, 2006

monalisa...


yine yepyeni bir mevzuuda birlikteyiz sayın okur kitlem. hepimizin bildii üzre sanat, bizi pek bi başka diyarlara sürükleyen bişeydir. sanatsız kalmak demek, çok kötü bişeydir yani.
leonardo da vinci pek çok alanda (fizik, matematik, felsefe) çalışmalar yapmış amma en bi fazla da resim sanatıylan kalıcı olmuş bi şahsiyettir. ismi telaafuz edildii vakit akla gelen en önemli eseri ise "monalisa" adını vermiş olduuu amma tam hala bi çözüme ulaşılamadan yorumlanan tablosudur. kimi insanlar "burda bizzat leonardo kendini portrelemiş" demektedir. aç parantez, portrelemek= portresini yapmak. yani suratını çizmek, öööle ayağını felan pek çizip ilgiyi başka organlara yaymamak. hele hele mutlak suurette bi insan çizmek.kapa parantez.
eğerkine leo burda gerçekten de kendinin kadın halini resmettiyse, bu konudaki yorumumu pisikoloji köşemde şeedicem efenim. amma bi başka bakış açısı da var ki o da bizzat şööle; bu resimdeki sureti simetrik olarak ikiye ayırıp bakacak olursanız, mon teyzemizin aslında yarısının gülümseyip, yarısının ağladıını görüp şoke olacaksınızdır. yani bu portreat (orijinal yazılışı) bize asıl hem ağlarım hem giderim demektedir. yani gülerim amma gülerken de ağlıyor olabilirimdir. yani hem gülerim hem ağlarımdır. yani ne gülerimm ne ağlarımdır. yani...
ayyy bay geldi efenim, bu konuda sizler daha güzel yorumlar icraa edersiniz zannımca.
zati ben efenim bu monalisayı pek sevmem. hani sanat die şeediyorum amma real hayatta (real=essahta) benim içün ööle pek bişeye benzedii de söölenemez.
ben daa çok bööle manzara felan şeederim. bööle cıvıl cıvıl olan hani. rengarenk felan olcek. bööle bi bakcen ki gerçek gibi duruyoo resmedilenler.
hatta vakti zamanında bir ressam sokratesle resmini incelerkene (resimde elinde üzüm tutan bi çocuk şeedilmiş efenim) sokrates der ki ressama " öyle gerçek çizmişsin ki resmini, üzümleri kuşlar yemeye çalışıyor" bunun üzerine ressam der ki "demek ki çocuğu çok iyi çizememişim ki kuşları korkutmayı becerememiş"
bu anektot da (anektot=bi anıdan felan alıntı yane) gösteriyor ki sanatçı dediin işte bööle olur di mi sayın okur yazar kitlem?
bi "sanat sanat içün mi var, yoksam bizim içün mi" köşesinin daha sonuna geldik sevgili civcivlerim.
yeni bir konuyu şeedirene kadar esen kalın diyor hepinizi en güzel portrelik yerlerinizden öpüyorum efenim...
GÜLFİDAN

Albert Einstein ve izafiyet


einsteinın izafiyet teorisi ile ilgili gelen sorulara yanıt vermeden önce bu derece önemli bir bahsi açmama vesile olduunuz içün sizlere sonsuz minnetimi fışkırtırım sevgili okuyucularım.
efenim bilindii üzre einstein, aslen bir alman vatandaşı olmasına karşın okul ile arasında olan bazı tatsız olaylar nedeniylen vatandaşlıktan çıkmış ve yıllar soora isviçre vatandaşlıına geçene kadar navatandaş olarak yaşamıştır.
bu adamcağızımız matematik öğretmeniylen yaşadıı problemlerden dolayı okula küsmüs amma bilime sırtını dönmemiştir. ve nitekim fizik alanında yaptıı çalışmaların en önemlisi e=m x c2 (kare) olarak formulize edilen izafiyet teorisidir.
burada albert şunu vurgulamaktadır. kütlenin enerjiye dönüşme eylemi işte bööle mümkündür.
ışık hızından daha hızlı olduumuzu şedin sevgili okuyucularım, o vakit zaman bizim içün yavaş işlerkene ışık hızından daha yavaş olanlar içün daha hızlı işler yani.
yani ajdaa pekkan eğer ışık hızından daha hızlı koşabileydi o vakit botox ve dahi bilimum estetik operasyonlara bu denli masraf etmeyecekti. bilmem izah edebildim mi saygıdeğer okuyucularım.
tebi daha karmaşık ve bilimsel bi dille anlatmam kabildi ancak sizlerin kelime dağarcıını ve bilgi dağarcıını gözönünde bulundurmam gerekliydi sevgili kitlem
sizleri pek çok atom parçacıına ayıraraktan her parçacıı ayrı ayrı öpücüklerimle izafi ediyorum efenim...
GÜLFİDAN

bir sanatın köşesi...

evet sayın okuyucularım,
sizlerin de bildii üzre zaman zaman sanatsal içerikli haberlerimiz ve dahi yorumlarımız da olecek. yardımcı baş danışmanım (bkz. sağ köşe) sizler adına bir sanat eseri seçecek ve ben müthiş entellektuel bakış açımla o eseri yorumliicam ve size aksettiricem sayın saygıdeger kitlem.
sizler de eğer bir sanateserini anlamk da zorluk çekiyor iseniz gerek resim gerek şiir hiç fark etmes bana hemencecik yazabilirsiniz. asistanım ve başdanışmanım sizinlen benim aramda bir bridge (briiçjc= köprü) görevi üstlenmektedir canım okuyucu kitlem.
kendinize sanatsal bir bakışla çok iyi bakmanızı diliyor, da vinci şifresini çözen muhteşem beyin kıvrımlarınızın karşısında, dali ayrıntılı bir saygı eğilişi yapıyorum efenim...
GÜLFİDAN

matrix nedir? nedir matrix?


matrix (okunuşu=meğtriks)
sevgili okuyularım. en merak edilen konulardan biri de matix filminin neleri içerdiği ile ilgili oldu diyebilirim, gelen sorulardan...
efenim, şimdi şööle oluyoo.
bizim kurtarıcı olarak adlandırmamız istenen Neo aslında orada dünyayı -ki asıl dünya matrixde, berbat bir halde. insanların yaşadığını sandıkları dünya sanal bir dünya ööle çiçekli böcüklü felan- ele geçirmeye çalışan makinelerden kurtarmaya çalışan bir fanii. insanları tarlalarda yetiştirip efenim onları kullanıyoo makineler. insanlar pek bi mutsuz tebi. bir de efennime sööliim ajan var efenim. ajan smith denilen bu şahıs da aslında bu bilgisayar programı tarafından yaratılmış amma gelin görün ki ona karşı gelmiş ve herkesi kendi gibi yapıp herşeye sahip olmak isteyen karizmatik bir genç adam.
tebi filmimiz duygulardan mahrum bırakılmamış ve trinety denilen erkeksi bi bayanla neomuza bi aşk şeetmişler efenim.
işin aslı bu. amma tebi insanlarımız bu filmin içinde asıl bir din propagandası şeediildii ve neonun isayı, ajan smithin de şeytanı temsil ettii düşüncelerine kapılmışlardır ki herkes isteedii şeyi filmden istedii gibi şeedebilir tebi efenim. kafanızı hangi yönde kullanmak ister iseniz onu anlayıp kınar ve yahut saygı duyarsınız sayın okuyucularım. allah bize beyin vermiş ki kendi fikrimiz zikrimiz olsun diye di mi efennim?
her neyse olay bu iken bu. matrix tabi pek çok ilgiyi üzerine çekmiş ve yapımcılarının her türlü köşeden birkaç kere geçmelerini sağlamış bir action (eğkşınn=hareket, bööle kıpır kıpır yani) filmdir.
evet sayın okuyucularım yine bir konunun sonuna geldik.
hepinizi matrix düzleminde selamliyor ve ikilik düzlemlerinizin, altılık düzleme dönüşüp daha bi farklı açılardan dünyayı irdelemenizi reca ediyorum.
öpüşlerim onluk sistemler şeklinde sizleri bulsun efenim...
GÜLFİDAN

Aşk nedir?

Efenim, aşk aslında bir hormon meselesi olup, biz onu beş duyu organımızla algıladıımız bir his, bir duygu olarak şeeederiz. yani insanoğlu varolduundan bu yana genellikle karşı, nadiren de hemcinsine duyduğu bir koklaşma, öpüşme, sevişme, sarılma, görme ve yanında olabilme dürtüsü güdmektedir ki, biz buna piisikoloji dilinde "lovetromecus sendromu" demekteyiz.
iş bööle olunca da insanlarımız bu "aşık" olduu kişiye karşı bir özlem ve dahi bir arzu duyar. zaman içinde bu durumun nasıl bir hal alacağı daha ziyade kişilerle alakalı olup, insanları yönlendiren "epos"lar da olmuştur. (bkz. leyla vu mecnuun, kerem ile aslı, romeo and juliet...) eğerkine hormon düzeyini dooru seviyede tutar ve her iki tarafın da heyecan, istek ve beğenme güdülerini canlı düzeyde şeedilirse efenim, bu aşk denilen sendrom oldukça uzun ve ihtiraslı olur.
yeri gelmişkene can, kan ve bilim yoldaşım arkadaşımdan (bkn. blog sahibesi) bi örnek şeeettiriim; bu kızcaaazımız yoğun bir hormonal seviyede "lovetromecus" içermektedir. karşı kişi, -ki biz ona piisikoljide bööle dioruz- bu düzeyin maximuma ulaştığı hormonal harekaatın devamlılıı içün mutlak surhette ilgi, alaka, telefon açma ve yahut mesaj atma reflekslerini korumalıdır. bu duygusal dalgalanma olayı kişiler üzerinde hem pozitif hem negatif dediimiz etkileri göstermektedir sayın okurlarım. bunlara daha sooraki makalelerimde bizzat örneklerle açıklamalar getireceğim.
ben bir bilim insanı olarak diyorum ki; aşık olun ve izin verin size de olunsun. yoksa bu hormonu tanımadan toprak olur vücudumuz ki bu da biz insanların kendi doğalarına ihaneti olarak adlandırılır.
saygılar ve sevgilerimle bir sooraki önemli konumuzda görüşmek üzere efenim...
bitirmeden önce hepinizi bol hormonlu kucaklıyor, sayın aşık olunan beyefendiden reca ediyorum; lutfen dediklerimi kulak ardı etmeyip bir harekatta bulununuz. hormonların sağlığı içün efenim.
GÜLFİDAN
pek bi anlamlı olan "günün fotoğrafı" köşemizde görmüş olduğunuz fotoğraf biz göstermektedir ki,ağaçlar ne kadar sık olursa olsun güneş yine içeri süzülebilmektedir. yani; sorunlarla öyle şeeetmeyin sakın sevgili okuyucularım, bilin ki mutlak suurette bir ışık süzülecektir bir yerlerinize...
öpüşlerimle kalın efeenim....
GÜLFİDAN
bugün biraz sakin bir gün kuzucuklarım. o yüzden size kıssadan hisse alacaanız bir kıssam olecek.
efenim,
bir adamcağız var imiş. bu adamcağızın 3 adet oğulu var imiş. ve bir de çok ama çok pek değerli bir taşlı yüzüğü...
oğul sayısı 3 ammaaaa yüzük sayısı bir olduundan bu adamcağız yüzüğün iki kopyasını şeeettirmiş. efenime sööliim yaptırmış. ve oğullarına vermiş sonra da bu dünyadan edebi dünyaya göç eylemiş.
gel zaman git zaman bizim gençler merak içinde kalakalmışlar "acep essah yüzük kimdedir" diye. gidip bir ustasına danışmaya karar vermişler. kuyumcuların en hasına gidip efenim, demişlerki "ey kuyumcular kuyumcusu de hele bize gerçek yüzük hangimizde?" ammmaaaa kuyumcu pek bilge, pek bi düşünür imiş. ve cevabını geciktirmemiş. "evlatlar, hanginiz en güzeli, en doğruyu yapar, en adil olursanız, hanginiz sevgi aşılar barışı sağlar insanları doğruya yöneltirseniz, onun yüzüğüdür gerçek olan" demiş....
zannımca pek bi kıssa olan bu hikayeden bir hisse çıkardıınız umarak yazıma son veriyor ve hepinizi hisseli hisli öpüyorum pek degerli okuyucularım.
GÜLFİDAN
kandisini tanıtiim istedim.
bilimum üniversiteleri okumuş ve dahi bilimum alanlarında master yapmış bu zat-ı muhterem, size aydınlatacagım konularda başdanışmanım olarak burada bulunmaktadır. varlığı türk varlığına bir armağan olan kendileri genellikle derin sohbetleriyle beni derinden etkilemiş ve bu blogu açmamda en büyük payı sağlamıştır. öhhöm. bu şahsiyet beni vareden amma ve lakin zaman içinde sizin de göreceeniz üzre daha bi geri planda kalmayı ve konulaı bizzat benim ağızımdan kaleme almayı tercih edecektir. böölelikle hem kendini sıyırmış olacak hemi de istediği konularda rahatlıkla bilgi paylaşımı ve dahi aktarımında bulunacaktır.
sevgili okuyucularım...
bundan bööle sizlerin de bize özellikle bilgi edinme talebinizin olduğu konularda yazıp soru yöneltmenizi şiddetle istirham ederim. çünki bu sayede daha verimli ve gerekli konulara eğilme şansımızın olması mutlaktır.
ben deniz GÜLFİDAN bu köşede bugünden itibaren varlığımı var edip siz değerli insanlarıma ve hayran kitleme bir anahtar görevi görüp binbir farklı kapılardan geçmenizi sağlayacağım.
sevgi ve saygılarımla
öpücüklerimle boğarak sizi görevimin başına gark oluyorum efenim...
uzman düşünür ve yazar: GÜLFİDAN

ilk yazım...


ilk yazımın heyecanı işte...
hani diyom ki, bundan boyle siz degerli okuyucalarım ve ben deniz efem, pek çok konuyu irdeleyip, yorumliicazz. düşünen türkiyenin aydın kitlesinin buluşma noktası olan BENIM SAHIFELERIME hoş geldiniz pambukcuklarım... :)