Perşembe, Ekim 26, 2006



NİCE MUTLU, SAĞLIKLI, BAŞARILI YAŞLARA SAYIN ONUR BEY...
ABLANIZ SİZİ ÇOOOK SEVİYOR EFENNİM... HAYAL ETTİĞİNİZ HER GÜZELLİĞE KAVUŞMANIZI TEMENNİ EDER, GERÇEKLEŞECEK DAHA NİCE YEPYENİ HAYALLER KURMANIZI ŞEEDERİM ONUR BEY...
SİZİ AKREBİN GURURUYLAN SARMALAYIP, ÖZGÜVENİYLEN ÖPÜYORUM.
DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...
GÜLFİDAN


Perşembe, Ekim 19, 2006

yesek yesek ne yesek?

merhabalar, sevgili okyucularım
pek tebiidir ki, beslenme konusu da oldukça önem teşkil eden bir mevzuudur. bu nedenlen, sağlıımızı düşünerekten zaman zaman sizlere bu konudaki bilgilerimi aktarıciim. sağlıklı beslenme ile ilgili örnekler şeediciim.
"bugün acep ne yesek?" diye düşünen siz değerli kitleme, gününüzü kolaylaştırıp, bi o kadar da saalınızı düşünüp nacizane tavsiyelerim olicek.
örneğin mesela bugün, bu mübarek ramazan ayında... tüm gün iftar saatine kadar boş kalan midenizi düşünerekten bazı tariflerim olicek efennim.
bu akşam içün:
yalancı sarımsaklı beypazarı çorbası
etli sulu köfte
pirinç pilavı gibi duran, bulgur pilavı
sivri biber kompostosu

efennim, "etli sulu köfte" içün gerekli malzemeler:
500 gr et
1 lt su
46 adet minnacık minnacık yuvarlanmış köfte
3 tam 2/5 cay kaşığı pul biber
2 tam 4/9 çorba kaşığı kabartma tozu
2 tatlı kaşığı tuz
2 tam 11/76 su bardağı sıvı yağ
bi avuç salça

efennim, oldukça geniş ama boyu kısa bi tencereyi önceden yakılmış ocağın üstüne koyup , içine yağınızı boca edin. soora da salçanızı ekleyin. bit kadar dooranmış etinizi de yağın üstüne boşaltın. iicene kavurun... kokusu apartmana yayılacak kıvama gelinceye değin kavurmaya devam edin.
iice kavrulduundan emin olduunuz etlerin üstüne köftelerinizi tek tek (etlerin arasında kalan boşlukları dolduracak şekilde) yerleştirin.
başka bir kapta suyu, önceden yakılmış ocaan üstüne koyup 72,5 dereceye kadar ısıtın. ısınan suyu soora 71 dereceye kadar soğuması içün 8 dakika 24 saniye bekletin. istenilen kıvama gelen suyu, hazırlanmış köfte ve et dolu tencereye boşaltıp üstüne de kabartma tozu, pul biber ve tuzu ekleyin. tencerenin kapağını kapatıp televizyonun karşısına geçin. seçeceeniz bi müzik kanalına basıp ( size tavsiyem power türk) 14 şarkıyı tam, bir şarkıyı da nakaratına kadar dinleyecek şekilde izleyin. reklam aralarında yemeğinizi karıştırmayı unutmayınız. zaman dolunca tencerenin altını kapatıp yemek saatine kadar dinlendiriniz. tabaklara servis ederkene üzerine yoğurt da şeedebilirsiniz. Afiyet şeker olsun saygıdeğer hayranlarım.
bu köşemin de sonuna gelmiş bulunmaktayım. hepinizi sarımsaksız ve sooansız öpüyor, sofralarınızda kuş sütünün dahi eksik olmamasını temenni ediyorum efennim...
GÜLFİDAN

Çarşamba, Ekim 18, 2006

bu köşe şiir köşesi, yok öyle su şişesi...

bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru

güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

yeniden MERHABA saygıdeğer okuyucucuklarım.
şiir köşemizde bugün Sunay Akın'nın "giderken" isimli şiirini şeediiceez.
efenim diyoo ki burda Sunay'ım, bilerek yastıktaki çukurunu yanına almadın diyoo. yani sevgilisinin gitme eylemi gerçekleştirmiş olması söz konusu. ve yastıkta yatarkene sevgilisi başını koyduu yer çukur şeetmiş. ve ööle kalakalmış efenim. ve o çukur Sunay'ıma batıyoo yani, yani sevgilisini hatırlıyoo. üzülüyoo.
sevgilerine olan güveninden bahsediyoo soora Sunay kardeşim. vapur iskelesindeki ve yahut tren istasyonundaki saatin dooruluu kadar güveniyomuş sevgisine kızın. amma burda tebi bi çelişki şeediyoo. çünki iskeledeki saat ve yahut istasyondaki, ne derece dooru olabilir? di mi sevgili okurlarım? pili neyin bitmiş yahut da bozuk felan olması gayet mümkün.
efenim, son kıtada diyo ki; beni bi de annem terketmişti diyoo. yani burdan anlıyoruz ki Sunay kardeşimi, annesi de terketmiş. amma bu nasıl bi terkediş di mi efenim? mecburi, yani allah gecinden versin, ölüm terkedişi mi, yoksam bırakıp gitti mi, kör olasıca bilemiyoruz efenim. amma ve lakin diyoo ki göbeğimde annemden kalan çukur duruyo diyo. hani göbek bağıylan bağlı olur ya cenin ana rahminde anneye. işte doounca göbek bağını kesiverirler, göbek çukuru dediimiz çukur kalır efenim. bazılarının ki pek güzel olsa da, bööle pırtlak çıkık çukurlar da vardır, üzerinize afiyet.
yani sevgilisi terkedince yastıkta, anası terkedince göbeende çukur bırakmış demek istio. yani çukurlar ona ayrılıı, terkedilişi şeediyo okuyucularım.
pek bi dokunaklı, pek bi acı dolu bu şiirin yorumunun sonuna geldik sayın yorumseverlerim.
başka bi bilgilendirme ve yol açma köşemde görüşmek üzre diyoo hepinizin en çukur yerlerinden öpüyorum efenimm.
GÜLFİDAN

Salı, Ekim 17, 2006

monalisa...


yine yepyeni bir mevzuuda birlikteyiz sayın okur kitlem. hepimizin bildii üzre sanat, bizi pek bi başka diyarlara sürükleyen bişeydir. sanatsız kalmak demek, çok kötü bişeydir yani.
leonardo da vinci pek çok alanda (fizik, matematik, felsefe) çalışmalar yapmış amma en bi fazla da resim sanatıylan kalıcı olmuş bi şahsiyettir. ismi telaafuz edildii vakit akla gelen en önemli eseri ise "monalisa" adını vermiş olduuu amma tam hala bi çözüme ulaşılamadan yorumlanan tablosudur. kimi insanlar "burda bizzat leonardo kendini portrelemiş" demektedir. aç parantez, portrelemek= portresini yapmak. yani suratını çizmek, öööle ayağını felan pek çizip ilgiyi başka organlara yaymamak. hele hele mutlak suurette bi insan çizmek.kapa parantez.
eğerkine leo burda gerçekten de kendinin kadın halini resmettiyse, bu konudaki yorumumu pisikoloji köşemde şeedicem efenim. amma bi başka bakış açısı da var ki o da bizzat şööle; bu resimdeki sureti simetrik olarak ikiye ayırıp bakacak olursanız, mon teyzemizin aslında yarısının gülümseyip, yarısının ağladıını görüp şoke olacaksınızdır. yani bu portreat (orijinal yazılışı) bize asıl hem ağlarım hem giderim demektedir. yani gülerim amma gülerken de ağlıyor olabilirimdir. yani hem gülerim hem ağlarımdır. yani ne gülerimm ne ağlarımdır. yani...
ayyy bay geldi efenim, bu konuda sizler daha güzel yorumlar icraa edersiniz zannımca.
zati ben efenim bu monalisayı pek sevmem. hani sanat die şeediyorum amma real hayatta (real=essahta) benim içün ööle pek bişeye benzedii de söölenemez.
ben daa çok bööle manzara felan şeederim. bööle cıvıl cıvıl olan hani. rengarenk felan olcek. bööle bi bakcen ki gerçek gibi duruyoo resmedilenler.
hatta vakti zamanında bir ressam sokratesle resmini incelerkene (resimde elinde üzüm tutan bi çocuk şeedilmiş efenim) sokrates der ki ressama " öyle gerçek çizmişsin ki resmini, üzümleri kuşlar yemeye çalışıyor" bunun üzerine ressam der ki "demek ki çocuğu çok iyi çizememişim ki kuşları korkutmayı becerememiş"
bu anektot da (anektot=bi anıdan felan alıntı yane) gösteriyor ki sanatçı dediin işte bööle olur di mi sayın okur yazar kitlem?
bi "sanat sanat içün mi var, yoksam bizim içün mi" köşesinin daha sonuna geldik sevgili civcivlerim.
yeni bir konuyu şeedirene kadar esen kalın diyor hepinizi en güzel portrelik yerlerinizden öpüyorum efenim...
GÜLFİDAN

Albert Einstein ve izafiyet


einsteinın izafiyet teorisi ile ilgili gelen sorulara yanıt vermeden önce bu derece önemli bir bahsi açmama vesile olduunuz içün sizlere sonsuz minnetimi fışkırtırım sevgili okuyucularım.
efenim bilindii üzre einstein, aslen bir alman vatandaşı olmasına karşın okul ile arasında olan bazı tatsız olaylar nedeniylen vatandaşlıktan çıkmış ve yıllar soora isviçre vatandaşlıına geçene kadar navatandaş olarak yaşamıştır.
bu adamcağızımız matematik öğretmeniylen yaşadıı problemlerden dolayı okula küsmüs amma bilime sırtını dönmemiştir. ve nitekim fizik alanında yaptıı çalışmaların en önemlisi e=m x c2 (kare) olarak formulize edilen izafiyet teorisidir.
burada albert şunu vurgulamaktadır. kütlenin enerjiye dönüşme eylemi işte bööle mümkündür.
ışık hızından daha hızlı olduumuzu şedin sevgili okuyucularım, o vakit zaman bizim içün yavaş işlerkene ışık hızından daha yavaş olanlar içün daha hızlı işler yani.
yani ajdaa pekkan eğer ışık hızından daha hızlı koşabileydi o vakit botox ve dahi bilimum estetik operasyonlara bu denli masraf etmeyecekti. bilmem izah edebildim mi saygıdeğer okuyucularım.
tebi daha karmaşık ve bilimsel bi dille anlatmam kabildi ancak sizlerin kelime dağarcıını ve bilgi dağarcıını gözönünde bulundurmam gerekliydi sevgili kitlem
sizleri pek çok atom parçacıına ayıraraktan her parçacıı ayrı ayrı öpücüklerimle izafi ediyorum efenim...
GÜLFİDAN

bir sanatın köşesi...

evet sayın okuyucularım,
sizlerin de bildii üzre zaman zaman sanatsal içerikli haberlerimiz ve dahi yorumlarımız da olecek. yardımcı baş danışmanım (bkz. sağ köşe) sizler adına bir sanat eseri seçecek ve ben müthiş entellektuel bakış açımla o eseri yorumliicam ve size aksettiricem sayın saygıdeger kitlem.
sizler de eğer bir sanateserini anlamk da zorluk çekiyor iseniz gerek resim gerek şiir hiç fark etmes bana hemencecik yazabilirsiniz. asistanım ve başdanışmanım sizinlen benim aramda bir bridge (briiçjc= köprü) görevi üstlenmektedir canım okuyucu kitlem.
kendinize sanatsal bir bakışla çok iyi bakmanızı diliyor, da vinci şifresini çözen muhteşem beyin kıvrımlarınızın karşısında, dali ayrıntılı bir saygı eğilişi yapıyorum efenim...
GÜLFİDAN

matrix nedir? nedir matrix?


matrix (okunuşu=meğtriks)
sevgili okuyularım. en merak edilen konulardan biri de matix filminin neleri içerdiği ile ilgili oldu diyebilirim, gelen sorulardan...
efenim, şimdi şööle oluyoo.
bizim kurtarıcı olarak adlandırmamız istenen Neo aslında orada dünyayı -ki asıl dünya matrixde, berbat bir halde. insanların yaşadığını sandıkları dünya sanal bir dünya ööle çiçekli böcüklü felan- ele geçirmeye çalışan makinelerden kurtarmaya çalışan bir fanii. insanları tarlalarda yetiştirip efenim onları kullanıyoo makineler. insanlar pek bi mutsuz tebi. bir de efennime sööliim ajan var efenim. ajan smith denilen bu şahıs da aslında bu bilgisayar programı tarafından yaratılmış amma gelin görün ki ona karşı gelmiş ve herkesi kendi gibi yapıp herşeye sahip olmak isteyen karizmatik bir genç adam.
tebi filmimiz duygulardan mahrum bırakılmamış ve trinety denilen erkeksi bi bayanla neomuza bi aşk şeetmişler efenim.
işin aslı bu. amma tebi insanlarımız bu filmin içinde asıl bir din propagandası şeediildii ve neonun isayı, ajan smithin de şeytanı temsil ettii düşüncelerine kapılmışlardır ki herkes isteedii şeyi filmden istedii gibi şeedebilir tebi efenim. kafanızı hangi yönde kullanmak ister iseniz onu anlayıp kınar ve yahut saygı duyarsınız sayın okuyucularım. allah bize beyin vermiş ki kendi fikrimiz zikrimiz olsun diye di mi efennim?
her neyse olay bu iken bu. matrix tabi pek çok ilgiyi üzerine çekmiş ve yapımcılarının her türlü köşeden birkaç kere geçmelerini sağlamış bir action (eğkşınn=hareket, bööle kıpır kıpır yani) filmdir.
evet sayın okuyucularım yine bir konunun sonuna geldik.
hepinizi matrix düzleminde selamliyor ve ikilik düzlemlerinizin, altılık düzleme dönüşüp daha bi farklı açılardan dünyayı irdelemenizi reca ediyorum.
öpüşlerim onluk sistemler şeklinde sizleri bulsun efenim...
GÜLFİDAN

Aşk nedir?

Efenim, aşk aslında bir hormon meselesi olup, biz onu beş duyu organımızla algıladıımız bir his, bir duygu olarak şeeederiz. yani insanoğlu varolduundan bu yana genellikle karşı, nadiren de hemcinsine duyduğu bir koklaşma, öpüşme, sevişme, sarılma, görme ve yanında olabilme dürtüsü güdmektedir ki, biz buna piisikoloji dilinde "lovetromecus sendromu" demekteyiz.
iş bööle olunca da insanlarımız bu "aşık" olduu kişiye karşı bir özlem ve dahi bir arzu duyar. zaman içinde bu durumun nasıl bir hal alacağı daha ziyade kişilerle alakalı olup, insanları yönlendiren "epos"lar da olmuştur. (bkz. leyla vu mecnuun, kerem ile aslı, romeo and juliet...) eğerkine hormon düzeyini dooru seviyede tutar ve her iki tarafın da heyecan, istek ve beğenme güdülerini canlı düzeyde şeedilirse efenim, bu aşk denilen sendrom oldukça uzun ve ihtiraslı olur.
yeri gelmişkene can, kan ve bilim yoldaşım arkadaşımdan (bkn. blog sahibesi) bi örnek şeeettiriim; bu kızcaaazımız yoğun bir hormonal seviyede "lovetromecus" içermektedir. karşı kişi, -ki biz ona piisikoljide bööle dioruz- bu düzeyin maximuma ulaştığı hormonal harekaatın devamlılıı içün mutlak surhette ilgi, alaka, telefon açma ve yahut mesaj atma reflekslerini korumalıdır. bu duygusal dalgalanma olayı kişiler üzerinde hem pozitif hem negatif dediimiz etkileri göstermektedir sayın okurlarım. bunlara daha sooraki makalelerimde bizzat örneklerle açıklamalar getireceğim.
ben bir bilim insanı olarak diyorum ki; aşık olun ve izin verin size de olunsun. yoksa bu hormonu tanımadan toprak olur vücudumuz ki bu da biz insanların kendi doğalarına ihaneti olarak adlandırılır.
saygılar ve sevgilerimle bir sooraki önemli konumuzda görüşmek üzere efenim...
bitirmeden önce hepinizi bol hormonlu kucaklıyor, sayın aşık olunan beyefendiden reca ediyorum; lutfen dediklerimi kulak ardı etmeyip bir harekatta bulununuz. hormonların sağlığı içün efenim.
GÜLFİDAN
pek bi anlamlı olan "günün fotoğrafı" köşemizde görmüş olduğunuz fotoğraf biz göstermektedir ki,ağaçlar ne kadar sık olursa olsun güneş yine içeri süzülebilmektedir. yani; sorunlarla öyle şeeetmeyin sakın sevgili okuyucularım, bilin ki mutlak suurette bir ışık süzülecektir bir yerlerinize...
öpüşlerimle kalın efeenim....
GÜLFİDAN
bugün biraz sakin bir gün kuzucuklarım. o yüzden size kıssadan hisse alacaanız bir kıssam olecek.
efenim,
bir adamcağız var imiş. bu adamcağızın 3 adet oğulu var imiş. ve bir de çok ama çok pek değerli bir taşlı yüzüğü...
oğul sayısı 3 ammaaaa yüzük sayısı bir olduundan bu adamcağız yüzüğün iki kopyasını şeeettirmiş. efenime sööliim yaptırmış. ve oğullarına vermiş sonra da bu dünyadan edebi dünyaya göç eylemiş.
gel zaman git zaman bizim gençler merak içinde kalakalmışlar "acep essah yüzük kimdedir" diye. gidip bir ustasına danışmaya karar vermişler. kuyumcuların en hasına gidip efenim, demişlerki "ey kuyumcular kuyumcusu de hele bize gerçek yüzük hangimizde?" ammmaaaa kuyumcu pek bilge, pek bi düşünür imiş. ve cevabını geciktirmemiş. "evlatlar, hanginiz en güzeli, en doğruyu yapar, en adil olursanız, hanginiz sevgi aşılar barışı sağlar insanları doğruya yöneltirseniz, onun yüzüğüdür gerçek olan" demiş....
zannımca pek bi kıssa olan bu hikayeden bir hisse çıkardıınız umarak yazıma son veriyor ve hepinizi hisseli hisli öpüyorum pek degerli okuyucularım.
GÜLFİDAN
kandisini tanıtiim istedim.
bilimum üniversiteleri okumuş ve dahi bilimum alanlarında master yapmış bu zat-ı muhterem, size aydınlatacagım konularda başdanışmanım olarak burada bulunmaktadır. varlığı türk varlığına bir armağan olan kendileri genellikle derin sohbetleriyle beni derinden etkilemiş ve bu blogu açmamda en büyük payı sağlamıştır. öhhöm. bu şahsiyet beni vareden amma ve lakin zaman içinde sizin de göreceeniz üzre daha bi geri planda kalmayı ve konulaı bizzat benim ağızımdan kaleme almayı tercih edecektir. böölelikle hem kendini sıyırmış olacak hemi de istediği konularda rahatlıkla bilgi paylaşımı ve dahi aktarımında bulunacaktır.
sevgili okuyucularım...
bundan bööle sizlerin de bize özellikle bilgi edinme talebinizin olduğu konularda yazıp soru yöneltmenizi şiddetle istirham ederim. çünki bu sayede daha verimli ve gerekli konulara eğilme şansımızın olması mutlaktır.
ben deniz GÜLFİDAN bu köşede bugünden itibaren varlığımı var edip siz değerli insanlarıma ve hayran kitleme bir anahtar görevi görüp binbir farklı kapılardan geçmenizi sağlayacağım.
sevgi ve saygılarımla
öpücüklerimle boğarak sizi görevimin başına gark oluyorum efenim...
uzman düşünür ve yazar: GÜLFİDAN

ilk yazım...


ilk yazımın heyecanı işte...
hani diyom ki, bundan boyle siz degerli okuyucalarım ve ben deniz efem, pek çok konuyu irdeleyip, yorumliicazz. düşünen türkiyenin aydın kitlesinin buluşma noktası olan BENIM SAHIFELERIME hoş geldiniz pambukcuklarım... :)